Yazar: Dr. Tuğba Koç
İsrail-Filistin Çatışmasının Dönüşümü: Türk İstihbaratı Lebensraum Planını Nasıl Bozdu?
“Hiç beklemiyordum, şaşırdım. Beni alt etti.” İşaya, 29:9 (Tevrat)
Türkiye Cumhuriyeti son on beş yılda Orta Doğu siyaseti ve güvenliğinde giderek daha görünür bir aktör haline gelmiştir. Bu görünürlük yalnızca diplomatik hamlelerle kalmamış, MİT’in etkin faaliyetleri ve hukuki-diplomatik girişimleri ile desteklenmiştir. Yalnızca bilgi toplayan bir istihbarat teşkilatı olmaktan çıkıp masada söz sahibi olan ve küresel bir aktöre dönüşen MİT, özellikle kontrespiyonaj faaliyetleri hususunda son yıllarda önemli bir ivme elde etmiştir. Bölgesel güvenlikte önemli bir yere sahip olan bu faaliyetler, Teşkilat’a istihbarat dengesini yeniden tanımlayacak bir egemenlik niteliği kazandırmıştır. Dolayısıyla, zaman geçtikçe MİT’in, kendi yöneticilerinin de itiraf ettiği gibi “korkunç hatalar yapan” bir istihbarat servisine sahip olan İsrail’e karşı önemli başarılar elde etmesi de tesadüf olmamıştır.
Lebensraum ve İsrail’in Filistin Dönüşüm Planı
Lebensraum kavramı, 20. Yüzyılın ilk yarısında jeopolitik düşüncenin en radikalleşmiş biçimlerinden biri olarak bir devletin güvenliğini ve varlığını sürdürebilmesi için coğrafi genişlemeye ve nüfus mühendisliğine dayalı bir güç anlayışını ifade etmiştir. Günümüzde bu kavram, tarihsel bağlamı nedeniyle doğrudan kullanılmasa da toprak kontrolü, nüfus dağılımını değiştirme ve stratejik alan hakimiyeti gibi araçlar üzerinden mekânın güvenlikli hale getirilmesi tartışmalarıyla ilişkilendirilmektedir. Örneğin, John J. Mearsheimer’in saldırgan realizm kuramı uluslararası sistemin anarşik yapısının devletleri maksimum güç ve bölgesel üstünlük arayışına ittiğini savunarak genişlemenin ideolojik değil rasyonel ve güvenlik odaklı bir strateji olabileceğini ileri sürer. Dolayısıyla Lebensraum’un tarihsel olarak ideolojik genişlemeyi temsil etmesine rağmen Mearsheimer’in yaklaşımı benzer mekânsal davranış kalıplarını güç dengesi ve hayatta kalma motivasyonu ile açıklar; uluslararası alanda en uygun konumu elde etme hedefi açısından yeniden değerlendirilmesine imkan tanır.
Burada bahse konu olan Lebensraum fikri esasında İsrail’in bir yaşam alanı yaratma çabasıdır. İsrail yönetimi komşularını giderek zayıf konuma getirirken ve hatta onların parçalanmış yani “fractured” kalmasını isterken, toprağın siyasi geleceğini şekillendiren bir coğrafi düzenleme stratejisini pratize etmeye çalışmaktadır. Güçsüz komşu ülkeler, İsrail için stratejik bir hareket serbestisi kazandırır. Böylece bölgesel tehditler azalırken, toprak kontrolü ve caydırıcılık araçlarını daha etkin biçimde kullanmayı amaçlamaktadır. İsrail-Filistin denkleminde mekânsal stratejiler incelendiğinde, İsrail’in özellikle 1967 sonrası dönemde Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te izlediği yerleşim politikaları ile fiziksel güvenlik altyapılarını iç içe geçirdiği görülmektedir. Güvenlik duvarı, kontrol noktaları, askeri bölgeler ve yerleşim bloklarının konumlanışı; sadece mevcut tehditleri bertaraf etmeye yönelik değil, aynı zamanda toprağın siyasi geleceğini şekillendiren bir coğrafi düzenleme niteliği taşımaktadır. Bu strateji, alan hâkimiyeti yoluyla güvenliğin sağlanması düşüncesini amaçlarken; egemenlik iddiasını fiili durumlar üzerinden pekiştiren bir yön de kazanır. Bu yaklaşım, Mearsheimer’ın devletlerin en avantajlı konumu elde etmeye yöneldiği argümanıyla örtüşmekle birlikte, güvenlik gerekçelerinin sınır çizimlerinden nüfus hareketlerine kadar genişleyen bir alan kontrolü mantığına dönüştüğünü de göstermektedir.
MİT ve Kontrespiyonaj Faaliyetleri
“İster mermi kullansın ister oy pusulası, insan iyi nişan almalı; kuklayı değil kuklacıyı vurmalı” Malcolm X
Klasik savunma anlamının ötesine geçen kontrespiyonaj faaliyetleri genel kanının aksine yalnızca “ajan yakalamak” değildir. Servisler, bilgi ortamını korumak, dijital alanda sızmaları engellemek ve devletin bilişsel güvenliğini sağlamak için kontrespiyonaj çalışmaları yaparlar. Tespit, önleme ve yansıtma gibi aşamaları olan bu faaliyetler hususunda en yetkin ve başarılı servislerden biri hiç şüphesiz MİT’tir.
Türkiye’nin bölgesel güvenlik yaklaşımı, özellikle 2010 sonrasında MİT’in kurumsal yeniden yapılanmasıyla birlikte, yalnızca iç güvenlik değil, dış istihbarat ve karşı-istihbarat alanlarında da aktif bir savunma stratejisi biçimini almıştır. Bu çerçevede MİT, İsrail’in bölgesel etki alanını genişletmeye yönelik bazı faaliyetlerini sınırladığı veya dengelediği iddia edilen operasyonel adımlarla gündeme gelmiştir. Kamuya açık kaynaklarda, servisin yabancı istihbarat ağlarını tespit etme, bilgi sızdırma girişimlerini önleme ve bölgedeki hassas aktörleri koruma yönünde başarılı kontrespiyonaj örnekleri sunduğu belirtilmektedir. Bu süreç, Türkiye’nin bölgesel “Lebensraum” anlayışına bir karşı-model olarak, egemenlik alanını fiziksel genişleme değil, bilgi hâkimiyeti ve istihbarî üstünlük yoluyla koruma stratejisine dönüştürdüğünü göstermektedir. Böylece MİT’in faaliyetleri, Türkiye’nin bölgesel güç dengesinde yalnızca askerî değil, bilişsel ve istihbarî kapasite üzerinden konumlanmasının somut bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
İsrail-Filistin denkleminde Türkiye hem jeopolitik konumu hem de tarihsel mirası nedeniyle bölgesel güç dengelerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu çok katmanlı diplomasi trafiğinde MİT aktif bir görev alırken gerek İsrail gerek HAMAS tarafı ile yürütülen görüşmelerde arabulucu olma rolünü hem sahada hem masada aktif bir şekilde göstermiştir. Bu rol Ankara’nın yalnızca normatif bir savunucu değil aynı zamanda alan kontrolünün siyasi sonuçlarını etkileyebilecek ve karşı ağırlık oluşturabilen bir aktör olarak konumlanmasını mümkün kılmaktadır. İsrail’in yaşam alanı oluşturma fikriyatı içerisinde bölgesel güç dengelerini koruma sorumluluğu taşıyan ülkeler arasında olan Türkiye MİT’in yürüttüğü kontrespiyonaj faaliyetleri ile yalnızca Türkiye’nin ulusal güvenliğini değil aynı zamanda bölgedeki bilgi akışının tek taraflı hakimiyetini önleyerek güç dengesini koruma işlevi görmektedir. Böylece Türkiye istihbarat temelli diplomasi yoluyla hem Filistin meselesinde dengeleyici bir aktör olarak konumlanmakta hem de Lebensraum’un modern biçimlerinin bölgesel istikrarsızlığa dönüşmesini sınırlayan yapısal bir rol üstlenmektedir.
İsrail’in özellikle Türkiye’de bulunan HAMAS liderlerine karşı bir saldırı yapabileceğini duyurduktan sonra tekrar gündeme gelen tartışmalar esasen MİT’in kontrespiyonaj faaliyetlerinin ne kadar önemli olduğunun bir kanıtıdır. Kontrespiyonaj faaliyetleri, devletlerin istihbarat egemenliğinin doğal bir parçasıdır. MİT’in bu faaliyetleri ise süreklidir, yalnızca tek ülke ya da servise özgü değildir. Türkiye’nin bölgesel güvenlik stratejisinde, MİT istihbarat toplamakla kalmayıp, aynı zamanda karşı-istihbarat (kontrespiyonaj) faaliyetleriyle yabancı istihbarat girişimlerini tespit ve önlemeye odaklanmaktadır. Açık kaynaklara yansıyan bilgilere göre, bu kapsamda MİT’in, Türkiye topraklarında veya bölgesel düzeyde İsrail bağlantılı olduğu iddia edilen istihbarat ağlarını takip ettiği ve bazı durumlarda adli makamlara yönlendirdiği bildirilmektedir. Bu tür faaliyetler, devletin egemenlik alanını ve bilgi güvenliğini koruma amacı taşırken, aynı zamanda İsrail’in bölgesel stratejik çıkarlarının etkisini sınırlayabilecek bir karşı-dengeleme mekanizması olarak değerlendirilebilir. Bir başka deyişle MİT’in bu kapasitesi, yalnızca fiziksel güvenlik önlemlerine dayalı bir savunma değil, bilgi hâkimiyeti ve stratejik özerklik sağlayan modern bir kontrespiyonaj yaklaşımı olarak okunabilir.
GÜNDEM
12 Kasım 2025GÜNDEM
12 Kasım 2025GÜNDEM
12 Kasım 2025GÜNDEM
12 Kasım 2025GÜNDEM
12 Kasım 2025GÜNDEM
12 Kasım 2025GÜNDEM
12 Kasım 2025
3
Duayen Turizmci Emin Berk Kimdir? Tanınmış Yazar Emin Berk Hayatı ve Biyografisi
8952 kez okundu
5
Osmaniye’de dereye giren çocuk boğuldu
5072 kez okundu